Kalbimin aport kalkışmasından sebep terlemiştim. Elimi yüzümü yıkamak üzere aynanın karşısına geçtiğimde Charles Darwin’in “Kızarmak, tüm ifadelerin en tuhaf ve en insani halidir” sözünü anımsadım. Evet gece gece insan olmanın halini yaşıyordum. Oysa aklımla kalbimin ayrımına girmeyi yeğlerdim. Hoş, saate bakmayı akıl etmemi yabana atmamak lazım. Vaktimin anlara bölünmesine, yaşamın akrep ve yelkovanla ayrışmasına galiba ilk o gece memnun kaldım. Yoksa bende herkes gibi; vaktin suya kapılıp gittiğini düşünenlerdenim.
Çok defa düşündüğüm Şey’e yeniden kafa yormaya başladım. Vakit neydi? Soyut kavramın somuta evirilmesi mi? Yoksa doğru dediğimiz şey herkes için doğru değil mi? Nesnellik peki? Birçok kavram kişisel öğretiler sonucu ortaya çıkıp zamanla toplumsal algı yönetimiyle pekişiyor olabilir mi? Yargı ve yansımalara göre dünyayı, zamanı ve hayallerimizi yeniden kurabilir miyiz? Hatta en cüretkâr taleple zaman kavramını? Ya da az daha uçup, cennet ve cehennem tablosunu hayallere ve özlemlere göre yeniden resmeder gibi oluşturabilir miyiz?
Aslında bu safsata fikirlerim kendi düşlerimizi yaratmanın ve ona inanmanın dışında bir şey değil. Çok da yadırganacak bir şey olmamalı. İnsanız ve her daim hayata tutunabilme kaygısındayız. Örneğin olay ya da mesele saydığımız konular kendi imalatımız olan karmaşık zihinsel yapılarımızın ürünü olabilir mi? Ne çok soru sordum değil mi? Ama soruyla başladı ve ilerledi insanlığın dünyadaki bilgiye ulaşma serüveni, deyip tesellimden pay alın isterim! Kafamın meşgalesine sizi de dahil ettikten sonra mevzuya geçebiliriz o halde.
Bu yazımda; karşılaştırmalı mitolojiden yola çıkarak ödül ve cezayı ele almak isterim. Malumunuz sayfa sayımız sınırlı olunca “Dar alanda kısa paslaşmalar”la yazımı nihayetlendirmek durumdayım. Coğrafi şartların etkisi ve insanoğlunun kolektif bilincinin gücüyle benzer anlatılarla farklı ödül ve ceza sistemine değinmek istiyorum.
Malum bizler aklımızla eylemlerimiz arasındaki dengeyi ve öte şeyleri bu sisteme göre ayarlarız. Ama kime göre cennet-cehennem!
Gördüğüm kabustan uyanmak için ne kadar çaba sarf ettiğimi hatırlamıyorum. Zamansız kalmıştım ve kâbusun derinliğine akmış gibiydim. Dışarısı karanlık bile olsa nihayet uyanmış ve şimdiki zaman aleminde buluverdim kendimi.
Herkesin bir cehennemi vardır, cenneti olduğu gibi. Toplumlar için de cennet ve cehennem sistemi kültür, ihtiyaç ve coğrafi şartlara göre değişir?
Mesela; Arap inançlarına göre “Cehennem” akıllara zarar derecede sıcak ve insanların durmadan azap çektiği bir yerdir. Orada her şey kaynardır. İçilen ve yenilen her şey. Koca koca kayaların yandığı ve sönmek bilmeyen ateşler vardır. Alev, kızıllık ve susuzluk… Çokça işlenir bu vurgular; kurak, çorak, çöl ikliminde yaşayan Arap kültüründe. Çünkü Araplar coğrafyalarındaki çöl ikliminin oluşturduğu hayat koşullarında yaşayan bir topluluktur. Bıkkınlık oluşturacak derecedeki sıcak iklimleri, onlara zaten cehennemi yaşatır. Cenneti de hayal ederken tam aksine; serin, ırmakların olduğu, çeşit çeşit yemişli irem bahçeleriyle süslü, nimetlerin ve neşenin olduğu bol gölgeli bir yerdir. Yaşadıkları yerin tam tersi, yani hayalleri, özlemleri…
Zemheri iklimiyle İskandinav ülkelerinin mitolojisinde de durum çöl psikolojisinden farksızdır. Orada coğrafyanın çetinliğine göre cennet ve cehennem anlatılmıştır. Soğuk İskandinav mitolojisine göre “Ölüler Diyar’ının da bulunduğu rivayet edilen ve buzulların en kuzeyinde yer alan bölgedir cehennem. Kainatın uçurumuna benzetilen bu büyük boşluk; sisler ve karanlıklar ülkesidir. Kötülerin sürüldüğü ve azap çekeceği sonsuz soğuk yer.
“Hobbit”, “Yüzüklerin Efendisi” gibi yapıtlar İskandinav Nors mitolojisinin birer ürünüdür desek yanlış olmaz.
Her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsak ödül istemimiz ve ceza talebimizin mantık kurgusu aynı. Bol nimet, bozulmayan ekosistem, aşk, sevgi, gençlik ve tabii sonsuz sağlık… Oysa cennet ya da cehenneme gitmek için ille de ölmek gerekmez. İyilikten vazgeçip, sevgiden uzaklaşana işte tazecik bir cehennem. Bu düşünceyi perçinleştin Dostoyevski’nin sözü olabilir. Usta yazar “Cehennem, insanın kalbinde sevginin bittiği yerdir” diyerek yaşam felsefesine son noktayı koyar. İnsan ölmeden önce de cehennemini ve cennetini kendi yaratır. Oysa ruhunu cennete dönüştürmekle kalmamalı insan, gittiği yere de cenneti götürmeli…
Mehtap ŞAFAK
Yoruma kapalı.