Masallar kadar kısadır insan yaşamı. Bugün var olan ne varsa, bir
gün yok olur. Deprem, bir anda ne kadar çok şeyin yok olabileceğini
hatırlattı. En kalabalık aileler yok oldu, yüzlerce konutu olan bazı
kişiler bile bir anda, meteliksiz ortada kaldı, şehre ait ne varsa yerle
bir oldu. Yok olan sadece kişiler değildi, o kişilerle birlikte, hayalleri,
yapmak istedikleri, dünyaya sağlayacakları faydalar, gelecekleri ve
bizim geleceklerimizdeki katkıları da yok oldu.
Herkesin bu felaketten etkilenme durumu farklıydı tabi ki. Olayı
yaşayanların her birisi, kendi farkındalık düzeyine göre bir bakış
açısıyla, kabullenmeye çalışıyor. Peki ya, bu olaya şahitlik edenler?
Unutmayalım ki biz, şahitlik ettiğimiz her şeyden sorumluyuz.
Deprem sonrası birkaç hafta yardım yapmaktan çok daha büyük bir
sorumluluğumuz var.
Şu artık kesinlikle anlaşılmalı
ki, bütün evren bir sebepten
yaratılmıştır. Senin yaşama
sebebin, çok para kazanmak,
toplumda itibar kazanmak,
güzel kıyafetler içinde, elinde
lüks bir içecekle, bir teknede
veya lüks bir yerde poz verip,
ne kadar da havalı olduğunu
kanıtlamak olamaz. Hayatın
zevk ve nimetlerinin hepsinin
tadı çıkarılmalıdır, ama
yaratılan her varlık, varoluşa
bir fayda sağlamalıdır aynı
zamanda. Sadece kendi keyfi
için yaşayan bir insan, aldığı
nefeslerin hakkını veremez.
İçinde bulunduğumuz ekolojik
denge mükemmeldir.
Her bitki, çiçek, böcek, hayvan,
her karış toprak, bir işe yarar.
Sen ne işe yararsın? Kendimize
bu soruyu sorup, hayatta
kaldığımız zamanları fayda
sağlamak için geçirmeliyiz
artık. Depresyona girerek,
insanlığa söylenerek, mutsuz
ve tembel zamanlar geçirerek
harcadığımız her dakika, bize
verilen yaşamı boşa harcamak
olacaktır. Ve işe yaramayan,
kimseye dokunmayan,
dedikodu ve gösterişle geçen
bir hayatın sonunda, emin ol
ki seni, bir varmış, bir yokmuş
diye anlatmaya bile gerek yok.
Emin ol ki, bilmediğin bir anda, birden yok olacaksın. Nasıl yaşarsan yaşa,
yok olacaksın. Kaç yaşında olursan ol, ölüm bir anda gerçekleşecek.
Ölüme en yakın an, en canlı andır. Ölüme yakın deneyimler yaşayanlar
bunu bilirler. Biz normal zamanlarda, bazen ölüden farksız bir hayat
sürebiliriz. Yaşam enerjisi düşükken, ölü bir bedenden çok farklı sayılmayız.
Gerçekten yaşayanlar, ölüme her an hazırdır. Yapmaları gerekeni yapıyor
oldukları için, ölüm fikri onları hiç rahatsız etmez. Bir şansa daha ihtiyaç
duymazlar.
Onlar nefes alma şansını, her an hakkıyla değerlendirdiği için, vazife
yerine getirilmiştir. Vazifesini yerine getirmek yerine, dünyada oyalananlar,
ölümden çok korkarlar. Çünkü süre dolduğunda, daha yapmaları gereken
şeyler vardır. Bir koşu yarışmasında, öylece bekleyen bir yarışmacı düşünün.
Yarışmayı kaybettiğinde, suçluluk duygusu ve gereğini yapmamanın
huzursuzluğu içindeyken, nasıl zamanın dolmuş olmasını coşkuyla
karşılayabilir ki?
Bir ülkede fay hatları neden kırılır? Önce insanlar birbirine kırılır. Ticarette
haksızlıklar yapılır, kişiler ben merkezcil yaşamaya başlar, öfke artar.
Kararsızlıklar ve tatminsizlikler artar. İnsanların içinde sarsıntılar başlar, sabit
karakterler azalır.
Denge kavramı, sağlamlık ve güven duygusu azalır. Stabilite azalır,
bugün verilen sözler, yarın tutulmaz olur. Sonra, insanların içindeki bu
sallantılar, yer küreyi sallar. Bu depreme şahitlik eden herkes, bu felaketten
sorumludur.
İçindeki sallantılarla, güvensizliklerle, kararsızlıklarla.
Madem sorumluyuz, ve madem ki, bizlere miktarını bilmediğimiz
sayıda nefes ve zaman bahşedildi, bunu en doğru şekilde kullanmalıyız.
Eylemlerimiz fayda sağlamalı.
Bir bitki kadar bile faydası olmayan bir varlık olmayı bırakma zamanı. Her
saniye, yaşamın hakkını vermeli, başkalarına bir şeyler katmalıyız. Bunun
vereceği hazzı tadınca, diğer maddesel hazların zayıflığı daha iyi anlaşılır.
Yoruma kapalı.