Bireylerin farklı olma arzusundan doğan, kitleleri etkisi altına alan geçici yenilikler olarak tanımlanan “moda”, tarih boyunca en güçlü toplumsal dinamiklerden biri olmuştur.
İlk çağlardan beri korunma dürtüsüyle bedenlerini örtme gereği duyan insanlar için giyinmek, diğer bütün canlılardan farklı olarak temel ihtiyaç niteliğindedir. Ancak zamanla giyim kuşam unsurları toplumların karmaşıklaşan sosyolojik yapısı içerisinde sınıfsal ayırım nesneleri olarak kullanılmaya başlanmış; kişilerin mensubu oldukları toplumsal sınıf, çalışma alanları, gelir düzeyleri, sosyal statüleri, medeni halleri, inançları, cinsiyetleri, vb. niteliklerini ifade eden toplumsal normlara dönüşmüştür.
Toplumsal normlar çerçevesinde var olan moda anlayışı, cinsiyetçi bir yaklaşımla giyimde kadın-erkek farkını da kesin sınırlarla ayırmış ve kadının toplumsal yaşamdaki rolünü fonksiyon değil, estetik üzerine kurmuştur. Kadınlar, tarih boyunca, üzerlerine yüklenen güzel olma misyonu sebebiyle bedenlerini hareket kısıtı yaratan, taşıması zor, işlevsiz giysilere hapsetmişlerdir. Uzun ve kuyruklu elbiseler, dökümlü dantelli kollar, tek başına giyinilmesi mümkün olmayan kapama detayları, etekleri kabartan tel krinolinler, daha ince bel ve göğüs vurgusu yapmaya yarayan korseler, refah seviyesini gösteren abartılı mücevherler, gösterişli dev şapkalar, topuklu ayakkabılar, eldivenler, minik şapkalar …
Ve daha niceleri…
Yirminci yüzyıl, Dünya tarihinde siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda radikal değişimlerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Sanayi Devrimi sonrası seri üretimin artmasıyla etki alanı genişleyen moda, sosyal yaşama yön veren güçlü toplumsal dinamiklerden biri haline gelmiş ve toplumda var olan sınıfsal ayrımcılığa hizmet ettiği yönündeki algısını kökten değiştirecek olan bir demokratikleşme sürecine girmiştir. Gabrielle Bonheur Coco Chanel, 1920’lerde kadın modasında yaptığı devrim niteliğindeki yeniliklerle modanın demokratikleşme sürecini başlatmış ve o döneme damgasını vurmuştur.
Coco Chanel, özgürlükçü ve feminist bir tavırla, dönemin moda anlayışındaki cinsiyet ayrımcılığına ve toplumsal dayatmalara karşı çıkarak; erkeklere özgü giysileri kadınlar için tasarlamıştır. Bu yaklaşımla bedenlerini korselere ve krinolinlere mecbur hisseden kadınlara güzellik ve rahatlık arasında tercih yapmak zorunda olmadıkları sade bir şıklık anlayışı sunmuştur. Yetiştiği muhafazakâr çevreye ve zor hayat koşullarına rağmen hayatı boyunca cesur bir duruş sergileyen Coco Chanel, erkek egemen bir toplumda kadın giyiminde cinsiyet vurgusu yapmayı reddederek bir devri kapatmış, erkek giyiminin rahatlık, fonksiyonellik ve konfor özelliklerini kadın giyimine taşımıştır. Tasarımlarını yaparken kadınlardan olmaları beklenen şekilci yaklaşımları göz ardı ederek onların günlük yaşamdaki ihtiyaçlarını ön planda tutmuştur.
Chanel’in hayat görüşüne göre; “toplumda var olan her türlü ayrımcılık insan haklarına aykırıdır ve kabul edilmemelidir. Her bir birey dilediği gibi giyinme özgürlüğüne sahiptir.
Moda herkes içindir…hiçbir giysi formu, renk, aksesuar veya tarz tek bir kişiye, gruba veya zümreye ait olamaz…Kişi başkaları için veya başkalarının istediği şekilde değil… kendisi için giyinmelidir.”
Moda tarihinde köklü devrimlere imza atan Chanel’in yenilikçi ve cesur tavrı, başta Yves Saint Laurent olmak üzere, birçok moda tasarımcısı tarafından örnek alınmış, yaşadığı süre boyunca her tavrı bir moda akımı başlatmıştır. 1920’li yıllarda, günümüz kadın imajının temellerini atan Chanel, toplumda yarattığı yeni modernite algısı ve moda literatürüne kazandırdığı mesleki kavramlarla moda tarihinin en başarılı kadın tasarımcısı olarak anılmaktadır.
Bir sonraki sayıda Gabrielle Bonheur Coco Chanel’in döneminin modasındaki devrimci, feminist tavrını daha yakından ve detaylı inceleyeceğiz.
Pınar TÜRKDEMİR
Sevgiyle kalın…
Yoruma kapalı.